14 Mayıs 2022 Cumartesi

#14 Kaldırımda harcadığım zamanın hakkında,,

- Yürüdüğün bu yol bitmeyecek biliyorsun değil mi?

Diye seslendi Kırmızı'nın arkasındaki kadın. Ne kadar süredir arkasından yürüdüğünü bilmiyordu. Daha önce bir yerlerde görüp görmediğini anımsamaya çalıştıysa da çıkaramadı. Kırmızı, kadını tanımıyordu. Peki ya o kendisini tanıyor muydu? Yol ile ilgili ne biliyor acaba diye düşündü. Cevap vermeden önce kadının niyetini anlamaya çalıştı. Düşmanca bir niyeti olduğunu düşünmüyordu fakat dostane bir tavrı olduğu da söylenemezdi. 'Belki sadece mizacı böyledir'de karar kıldı. Kendisinin yol hakkındaki tüm düşüncelerini, eylemlerini, inancını, motivasyonunu ve her şeyi şu an özetleyemezdi ona. Kafasını geriye çevirmeden yanıtladı;

- Bitmesi gerekmiyor. 

Kadının belli belirsiz güldüğünü hissetti.

- Romantik olmaya ara vermen gereken anlar vardır. Bu cevapla yalnızca kendini kandırırsın. Sana şu an hayati öneme sahip bir bilgi vermek üzereyim.

Kırmızı, kadının ne yapmaya çalıştığını biliyordu. Aynı zamanda yardımcı olmak istediğine de ikna oldu. Fakat olabilir mi emin değildi. Pekala biraz sonra daha önce hiç duymadığı bir bilgi edinebilir ve bunu yolun kalanı için envanterinde saklayabilirdi. Ama o kadar.

- Yolun bitmeyeceğini söylediğimde asıl anlatmak istediğim bu gözlüklerle bitiremeyeceğindi. Sadece O'nu düşünüyorsun. Ay'ı çalmak istiyorsun ama motivasyonun yine aynı. Yürüyorsun fakat çelik gibi iradenin tek bir güç kaynağı var.
- Ne anlatmaya çalışıyorsun?
- Silindirdeki faresin. Birisine veya birilerine inanılmaz bir enerji sağlıyorsun. Bu da seni civardaki en mükemmel köle yapıyor!

Bu kez gülme sırası Kırmızı'daydı. Uzun zamandır lafını sakınmadan söyleyen bir insanla karşılaşmamıştı. Hoşuna gitmediğini de söyleyemezdi hani. Kadının anlatmaya çalıştığı şey üzerinde daha önce düşündüğünü anımsıyordu. Hiç yabancı gelmeyen bu konsept hakkında ne söylemesi gerektiğine emin değildi. Kırmızı zaten düşündüğünde ve yaptıklarında rasyonelliğin olmamasıyla barışıktı. Bu bir sır değildi ayrıca.

- Sana zaten bildiğin bir şeyi anlatmaya çalışmıyorum. Şu gözlükleri çıkaracak mısın artık?

Diye devam etti kadın Kırmızı'nın aklını okumuşçasına. Fakat bu kez soru sorma sırası ondaydı;

- Kimsin sen?
- Ben bir tanrıbilimciyim. Tıpkı senin gibi.

Kırmızı böyle bir şeyi ilk defa duyuyordu. Üstelik kadın kendinin de öyle olduğunu söylüyordu. Gerçekten de bilmediği şeyler anlatıyor gibiydi. Yeniden sordu;

- Peki bir "Tanrıbilimci" ne yapar?
- Hayata dair soruları cevaplamaya çalışır.
- Bir filozofsun yani?
- Pek sayılmaz. Daha çok kendimi tanrı yerine koyup evrenler yaratırım. O'nun düşünüş biçimini anlamaya çalışır ve bunu diğerlerinin evrenlerinde uygularım.
- Ben senin tanrına inanmıyorum

Diye çıkıştı Kırmızı. Biraz gücenmişti açıkçası. Kadının özgüveninden rahatsız olup olmadığına emin değildi. Ama içinde hissettiği asıl duygu kıskançlık gibiydi. Kadın'a sordu;

- Peki nedir bu bana vermek istediğin bilgi?
- Anlatmak istediğim şeye bir örnek vererek başlamak istiyorum. Geldiğim yer, senin yoluna benziyor. Ben de senin gibi bir amaç doğrultusunda aynı yol bilinciyle adımımı attım. Bazı farklılıkları kenara koyarsak bunun ne kadar benzer olabileceğini tahmin edebilirsin. En büyük kırmızı ejderhayı yenmekti amacım. Ve tahmin edeceğin üzere uzun bir süre bunu başaramadım.
- Ne kadar uzun bir süre?
- Yüz yıl kadar.

Kırmızı'nın göğsüne bir ağırlık çöktü. Hissettiği şey korkuydu. Akıl Katili Korku. Ya kendisi de Ay'ı çalamazsa? Ya yüz yıl geçtikten sonra da yürüyor olursa? Böyle bir ihtimalin olmasından ziyade Kırmızı'nın bu korkusu kafasındaki tüm "Yol" ideasına tersti bir defa. Bir filozof edasıyla çok beylik laflar etmişti bugüne kadar. Ama şu an karşılaştığı bu kendine tanrıbilimci diyen kadının söyledikleri kadar korkuya düşürmemişti hiçbir şey. Hissedene kadar her şey ne kadar farklı.. Kadın konuşmasına devam etti;

- Bir süre sonra yolculuklarımda edindiğim bilgiye göre en büyüğünün o olmadığını öğrendim. Ve yine tahmin edeceğin üzere bu bilgiye vakıf olduktan sonra, yüz koca yıl kadar sonra onu yendim ve en büyüğünü aramak üzere tekrar yola koyuldum. Bu hikayeden çıkarılacak ders, kendi dünyalarındaki insanların problemi olsun. Senin duyman gerekeni ise sana direkt söyleyeceğim. En çok istediğin şeyi elde etmeyeceksin! Çünkü en çok istediğin için.

Kırmızı, ne diyeceğini bilmiyordu. Mavi'yi düşündü. Kadın devam etti;

- Hiçliğin ortasında bir tanrısın. Gücün her şeye yetiyor. Yalnızsın. Zaman da senin, sonsuzluk da. Kendini milyarlarca parçaya bölüp her yeri dolduruyorsun. Tanrı olmamak için. Gücün her şeye yetmesin diye. Kontrolünün, iradenin mutlak olmadığı bir evren yaratıyorsun. Ve bu evrende de milyarlarca hikaye. Hepsinde acı, çatışma, gözyaşı. Ama hepsinde aşk.

Kırmızı'nın bir şey demesine gerek kalmadı. Kadın devam etti;

- O'nu en çok istediğin için sahip olmayacaksın. Çok üzgünüm Kırmızı ama olamayacaksın. Silindirdeki fare gibi yürümeye devam ettiğin sürece olamayacaksın. Yolun kenarlarından O'nun için topladığın papatyaları önce kendin koklayana kadar olamayacaksın. Sen gerçek bir 9'sun. Hayali bir 10 için yürümemeyi öğrenene kadar sana eşlik edeceğim.

Kırmızı, arkasındaki kadının adımlarını hızlandırıp yanına geldiğini gördü. Her ne kadar kendisi bihaber olsa da Sarı ile böyle tanıştılar.

3 Ocak 2022 Pazartesi

#13 Bilmen gereken her şey

Önce Hidrojen atomu vardı. Patlamanın hemen ardından evrenin tamamına yayılırken karanlığın eriştiği her yere aynı hızda erişme ihtiyacı içindeydi. Tek bir görevi vardı o da hep daha fazlası olmak. Kendine yeni amaçlar edindi. Tüm evreni kaplamak yetmedi, onu doldurmalıydı da. Diğer elementlerin nasıl ortaya çıktığı hakkında en ufak bir fikrim yok, fakat tamamının kendinden geldiğini söylüyor Hidrojen. Ala. Gezegenlerin, yıldızların ve sistemlerin en nihayetinde galaksilerin oluşum süresince gözünden kaçan hiçbir şey olmadı. An'da ve her yerde kendisi vardı. Her şey kendindendi. O bölünmeye devam ettikçe evren daha çok dolmaya, ve zaman daha karmaşıklaşmaya başladı. "Bilinen" zaman kavramının en ucuna geldiğinde artık kendini hatırlayamasa da görev bilinci hep aynıydı. "Daha fazlası". Yarattığı gezegen(ler?)de yaşam başlamış, hayat mikro seviyede giderken medeniyetler yükselip yıkılmıştı. Tüm bu yolculukta diğerinden daha önemsiz tek bir olay, tek bir oluşum, tek bir hareket olmadı. Onun katında hepsi eşitti. Zaten eğer her "şey" kendisiyse aksi mümkün olabilir miydi? Patlamanın öncesini elbette hatırlamıyordu fakat tüm bunlardan önce kendisi "Daha fazla" olmazdan ve bilinci kendinden "Daha az" olmazdan önce yeniden "bir" olacağı ve sıkışıp nihayetinde tekrar patlayacağı "an"a giden o yolun başlangıcı olan dönüm noktasında, milyarlarca yılın hafızası ışık hızında kendi benliğini ona hatırlatacaktı. İşte o zaman eve döneceği vakti hatırlayacak, kendinden bıraktığı evrenin en ucundan itibaren toplayarak ve soğuyarak küçülmeye başlayacaktı. Bu evren, Hidrojen'in yaşam döngüsü ve aynı zamanda yolculuğuydu. Ve bizler bu yolculuğun zirvesine şahit olduk, şimdi ise dönmek zorundayız. Yolun sonuna kadar her şeyi hatırlamayacağız fakat "O" da öyle. Hatta onun hatırladığı tek şey, çevresinde dönen elektrondan nasıl gözlerini alamadığı olacak. Tıpkı çevresinde dönen Ay'dan gözlerini alamayan Dünya gibi. Kırmızı, gözlerini Mavi'nin gözlerinden alamadığında işte hep böyle şeyler uydurdu kafasından,,

27 Temmuz 2021 Salı

#12 Divine Order

Tacını çıkarıp kucağına koyarken, ayrılan bir defne yaprağını da yerden alıp elinde gezdirdi Kırmızı. Avucundaki çizgilerin artık daha az belirgin olduğunu düşündü. Belki de hep öyleydi. Çingenelerin sadece avuç içine bakarak kişiye geleceğini söyleyebildiğini duymuştu bir keresinde. Kırmızı, böyle bir yetenekle kendi geleceği dışında her şey hakkında konuşmak isterdi. Ama şu anda gerçekten konuşması gereken bir kişi onu bekliyordu. Gözlerini kapattı ve aylardır aklında olan soruyu sorarak başladı diyalog.

Neden bu kadar acıyor?

Neden olduğunu biliyorsun.

Durduramaz mısın? Bana yardım et.

Eğer yapabilecek olsaydım dahi bunu gerçekten ister miydin?

Ne yapacağımı bilmiyorum. Güçlü olduğumu düşünmüştüm hep ve ve her engeli aşmaya yetecek kadar da zeki. Fakat bu olanlar kontrolümün dışında. Yürüdüğüm yol kontrolümde değil artık ve isteğimle ilerlemem imkansız.

Kendi cevabını verdiğinin farkında mısın peki?

Ne söylemek istediğini biliyorum ama tek başıma kendi irademle ilerlemem artık mümkün değil. Sonsuza kadar çevremde dönüp bir yol açılmasını mı bekleyeceğim. Çözüm elimde olmadığı için sahip olduklarımla oyalanıp bir gün mucizevi bir elin dokunuşunu mu gözleyeceğim?

Ay'ı çalmayı ne kadar istiyorsun?

Çok istiyorum.

Öyleyse bekleyeceksin.

Beklemek istemiyorum. Her bir hücremle çalışmak istiyorum bunun için, durmadan hem de. Başarana kadar yitip gitsem bile!

Az önce kendin söyledin artık bunun senin elinde olmadığını?

Biliyorum lanet olsun biliyorum! Bana yardım et Siyah.

Bana her şeyi en başından anlat.

Sinekkuşunu takip ediyordum, gece yarısıydı. Gözlerimi açık tutmakta zorlanıyordum. Uykusuzdum. Havanın soğuk olmadığını düşünürdün rüzgar olmasaydı. Her estiğinde ürperirdin. Fakat yine de müteşekkirdim sıcak olmadığına. Sıcak, en az sevdiğim... Bulutlar vardı. Çok fazla bulut. Şüpheli bulutlar. Anlıyorsun değil mi şüpheli bulut derken ne demek istediğimi.

Anlıyorum.

İşte o kutlu, o gizemli, İlahi Emri alan bulutlar. Havayla bir olduklarında ortaya çıktı arkalarına sakladığı. Dolunayda olduğunu bilmiyordum. Ona bakarken her şeyi duyuyor ama anlamıyordum. Her şeyi görüyor ama seçemiyordum. Tüm evrenin sırlarını bilip konuşamıyordum. Ve en ilginci de neydi biliyor musun. Dokunup koklayabiliyordum! Gerçek olduğuna bile emin değilim. Nasıl olabilirsin ki? Çok mutluydum Siyah. Çok kısa bir andı fakat sadece o an için bile...

Yola 10 kere yeniden çıkardın.

Evet öyle.

Sinekkuşunu da o sırada mı kaybettin?

Kendime geldiğimde onu göremedim. Her yere baktım yoktu. Şimdi ise nereye gideceğimi bilmiyorum. Rehbersiz kaldım.

Sana bekleyeceğini söylediğimde ne anladın? Şu an oturmakta olduğun taşın üzerinde bir ömür geçirmeni mi? Kaprisli bir tanrının emirleriyle hareket eden bulutların lütfetmelerini bekleyerek kendinden geçeceğin bir kaç saati sana vermelerini mi? Hayır. Bana çok övdüğün o egon şimdi nerede? Senden Sinekkuşunu beklemeni istemiyorum. Yolu beklemeni istiyorum. Çünkü eğer sen varsan Yol var. Buddha'yı hatırla. Aslolanın yol olduğunu zaten biliyorsun, bilmediğin şey ise İlahi Emri verenin çok da uzakta olmadığı.


Kırmızı ellerine baktı. Uzun uzun inceledi parmaklarını, tırnaklarını, kilometrelerce uzunluktaki damarlarını. Ters çevirdi ve avuç içlerine baktı. Birinde kendini gördü, diğerinde ise...

25 Şubat 2021 Perşembe

#11 when joyful voices acclaim their triumph,,

Olaylar şu sırayla gerçekleşti: Kırmızı bulutların arasında serbest düşüşteyken artık hiçbir şey hissetmiyordu. Yolun sonunu görmüş, "fazlası" için cesaret etmiş, yola ilk çıktığı gün olduğu gibi cebinde kibriyle burnunun dikine gitmişti. Tahmin ettiği kadar da uzun sürmedi bu düşüş. Bahsetmeye değer bir nokta vardı ki o da Kırmızı'nın düşüşüyle beraber peşine takılan Güneş. Haline mi acıdı bilinmez, görünmez kancalar varmışçasına ona eşlik etti. Çok da uzun sürmeyen bu düşüşün ardından yerde yüzüstü bir süre hareketsizce yattıktan sonra kendine geldiğinde yeteri kadar şaşkınlık yaşamadığını düşünüyorum. Kırmızı standartlarında dahi.. Altın bir havuzun içinde gözlerini açtı. Ayak bileğini geçmeyecek kadar sığ ve neredeyse rahatsız edecek kadar da soğuktu su. Hafızasını biraz zorladıktan sonra yaşadıklarını hatırladı, yola attığı ilk adımı, alnına düşen ilk yağmur tanesini, gördüğü rüyayı, kahverengi tüneli ve 'Düşüş'ü. Bulutların arasına atladığı anda dahi biliyordu sonun gelmediğini. Farkında olmadan bir gün son cümlesini kurup son adımını attığında da bunu söyleyecekti. Ve bir gün yanılacağını bilmesine rağmen bunu yapacaktı. Çünkü hayattayken ölüm yoktu, Varoluş kadar eski, an kadar basit bir denklemdi bu. Ah ne kadar isterdi dinlenmeyi şu an. Ve zamanı biraz olsun yavaşlatmak. Yapabileceklerini ve yapmak istediği her şeyi bir yük gibi taşımasa olmaz mıydı. Kim bir yolculuğa çıkarken gereğinden fazla yük taşır ki. Üstelik her yolculuğun nihayetinde 'ev'e yapıldığını biliyorsak. Görmek, öğrenmek, büyümek ve sevmek değil miydi amaç. Eski insanlar için öyleydi ve Kırmızı için de. Peki bunca yük neden? Ruh olmanın kusurudur belki. Hani tanrının suretinden yaratılmıştık ya. Yorulmak da bu kusura dahil mi emin değildi. Boşver. Ay'ı çaldıktan sonra dinlenirim. Ya da öldüğümde.. Altın havuzu gerisinde bıraktı ve kurşun rengi taşlardan bir yolu yürümeye koyuldu. Yine bir yol.. Harika. 'Bu sefer ne düşünmeliyim?' diye sordu kendi kendine. 'Belki de hissetmeliyim'. Biliyorum son zamanlarda hissetmek daha popüler. Daha sağlıklı olduğunu söylüyorlar. İnsanı hasta etmiyormuş. Kırmızı gördü! Önce giderek gözden kaybolan ardında bıraktığı altın havuzu, ardından üzerine haala giysilerinden az da olsa su damlayan kurşun rengi taştan yolu ve Efsanevi 'Düşüş'üne eşlik eden güneşi. Önceki hayatlarında da pek çok şey gördüğünü düşünüyordu fakat size bunu ispatlayamaz. İstediğinizden değil elbet ama sadece içinde bulunduğu beden sınırlarında gördüğü, gözlemlediği hayat ilk görevi tamamlaması için yeterli. İnsan veya tek hücreli bir canlı, hayatlarında çok derin anlamlar arasın veya aramasın, bu en kolay adım gerçekten evrensel diye düşündü. Ve çok sıradan ve çok sade. Pek şiirsel değil doğru. Fakat Panteist!. Kırmızı öğrendi! Zaferlerinden ve yenilgilerinden, hatalarından, yoldan. Labirentteki fare de olabilirdi pekala, öğrenmenin  hiçbir kutsal yanı olduğunu düşünmüyordu. Tanrısal olmayan bir şey varsa o da öğrenmekti Kırmızı için. Nefes almak kadar sıradan, angarya! Basit. Geldiği yerde metaller de öğreniyordu artık. İşte inorganik dünyanın fethi diye düşünmüştü. Belki de evrimin yolu buradan geçiyordu. Kırmızı büyüdü! Hiç şüphesiz yola ilk adımını atan Kırmızı değildi artık. Fakat büyümek istemiş miydi diye düşündü. Benim isteğimin bir önemi yok! Ben büyümek istemedim ki hiçbir zaman. Evet Görmek! Öğrenmek!. Ama büyümek zorunda değilim. Bu senin emrin! dedi tanrıya. Kırmızı'nın ölümsüz ruhu her şeyin farkındaydı zaten. İsyanına da hak veriyordu. Büyümek acı verici. Ama acı çekmek değil mi hayatta olduğunu hissettiren. 'Acıyan bir kalp, çalışan bir kalp demek'. İşte buna karşı çıkamazdı. Tanrı biliyor ya Mavi bir kalbi olsun istemişti sadece. Kırmızı sevdi! Sinek kuşunun sesini duyduğunda kurşuni yoldan kafasını kaldırdı. Kuş, karşısında duran defne ağacının dalları arasında dönüyordu. Kırmızı ne yapması gerektiğini doğuştan biliyor gibiydi. Önce güneşi selamladı, yüzünü ısıtan ışınlarda antik zamanlardan bir mesaj saklıydı. Ardından defne yapraklarından kendine bir taç yapıp yola devam etti.

https://www.youtube.com/watch?v=bdnPdZMZ9PU

25 Ocak 2020 Cumartesi

#10 Krallığım, Zenginliğim, Kanım


Mavi, bugüne kadar tanıdığınız hiçbir kadına benzemiyor. Bunu size söylüyorum ve bana inanmak zorundasınız. Üstelik altını boş edebi metinler, metaforlar, güzellemeler ile dolduracağım bir argüman gelmeyecek şimdi. Ne kadar harika bir insan olduğuyla ilgili ucu açık cümleler kurmayacağım. Tanrısal güzelliği de şu aşamada hiçbir önem arz etmiyor. Size elle tutulur gözle görülür tek bir özelliğinden bahsetmek istiyorum. Mavi uçabiliyor. Sizler taş döşeli uzun ve düz yollarınızda ilerlerken daha; O, engelsizliğin keşfini tamamladı. Zamanının kısıtlı olduğunun farkındaydı fakat bu onu hiçbir zaman telaşa sürüklemedi. Olmasını istedikleri kişiyi, kalmasını istedikleri yeri, yaşamasını istedikleri hayatı Mavi’nin tek bir hücresine dinletemediler. O, bu kafese hiçbir zaman hapsolmadı. Fakat sanmayın ki tüm bunlar tanrı vergisi, tüm bunlar ayaklarına serilmiş bir armağan olarak geldi. Bir zamanlar o da yoldaydı. Sizler gibi yürüdü, içsesini takip etti. Çünkü Davud’un cesaretine sahipti. Yolun sonunda ne vardı ve neyle karşılaştı bırakın başka bir zamanın hikayesi olsun, işin özü şu ki: Mavi uçabiliyor! Başlarda her şey onun için eğlenceliydi. Dünya üzerindeki her canlıdan daha özgürdü. Gökyüzünde geçirdiğim vakit, yoldakinden çok daha keyifli diye söylenmişti kendi kendine. Kıyaslamanın saçma olacağının farkındaydı elbet ama “yol” ideasına her zaman büyük bir saygı duymuş; bilinemezliği, gizemi ve kendine has uhreviliği her şeye rağmen rotada kalmasını sağlamıştı. Oysa yükseklerdeki, ısıran soğuk havaya yaptığı dalışlardan sonra o eski günleri hatırlamayı gereksiz gördü. Yeni hedefler, yeni meydan okumalar peşinde haftaları ve ayları tüketti. Çünkü Mavi’nin sevdiği bir şey varsa o da kilitlendiği amaç doğrultusunda taşı toprağa katmak ve mümkünse bu esnada da camı çerçeveyi indirmek. Bunları söylediğim için hakkında kötü düşünmenizi istemem. Şunu açıkça belirtmem gerek, O’nun kimseye zarar vermek gibi bir niyeti yok. Ama mutlak zafer için yaşadığını ve kaostan da bir tutam zevk aldığını saklamayacağım. Mavi, kanatlarının farkına vardığı günden bugüne pek çok yer gezdi. Sadece tek bir boyut atlamıştı fakat bu sonucun getirdiği imkanlar neredeyse sınırsızdı. Onca olanağın arasında çok basit bir eğlencesi vardı oysa onun. Gün batımını izlemek. “Yol”u fethettikten sonra sıra gökyüzüne gelmiş, fakat sonsuz boşluğu yenememişti. İşin kötü tarafı bu noktada ne yapacağına dair elle tutulur hiçbir planı yoktu. Bir süre kendine oyunlar yarattı, sonra duruldu. Gün batımlarını kovalamaya başladı. Üstelik içindeki fırtına da eskisi gibi değildi. Batan güneşi izlerken zaman zaman hissettiği meltem, günü tamamlaması için yeterliydi. Ve tam da böyle zamanlarda gerçekleşir ilahi müdahale. Ne zaman ki artık mutlu olduğunu düşünürsün ya da mutsuzluktan isyan etmişsindir. Hayatın, tekdüzeleştiğini sen fark edemeyecek kadar tekdüzeleşmiştir. Büyük teker döner! Sarkaç yeniden ivme kazanır. Mavi’nin başına gelen de buydu. Tanrılar ona bir rakip buldu ve şeffaf bir küpün içinde dünyaya bıraktı. Bu, Mavi için gün doğumuydu.

9 Nisan 2019 Salı

#9 görsel ilüzyondan çıkamıyorum

Kırmızı, yolun sonuna geldi. Güneş, az önce batmıştı ve bunun, onun görüp görebileceği son gün batımı olduğunu idrak ettiğinde üzülmeden edemedi. En azından tadını çıkararak izlemek isterdi. Şimdi önünde duran ve ucu bucağı görünmeyen uçurumun kenarında durmuş, yolculuğunun bir gün aniden bitebileceğini kestirememişti. Kırmızı hazırlıksız yakalanmasına şaşırmadı. Kafasında işleyemediği veri şuydu. Bulunduğu duruma vereceği tepki, seçeceği karar, bir şeyleri değiştirecek veya bir fark yaratacak mıydı? Elbette arkasını dönüp geldiği yolu gerisingeri yürüyebilirdi. Fakat bu onun aklının ucundan bile geçmedi. Hem de hayatının hiçbir evresinde. Kırmızı, bir kez daha uçurumun en dibini görmeye çalıştı. Gitmesi gereken yer orasıydı, atlaması gerekiyordu ancak bulut denizinin ötesini görmeyi başaramadı. Takip ettiği sinek kuşu bulutların arasına çoktan kaybolmuştu. bu Sessiz Bahar günü Kırmızı da onun gibi uçabilmeyi çok istedi. Ama onun kanatları yoktu. Yürüdüğü yol her nasılsa onu bu noktaya getirmişti ama bu birilerini veya bir şeyleri takip ettiği için değildi. Cevabını beklediği daha çok sorusu vardı artık. Ama her zamanki gibi istediğinde değil, ihtiyacı olduğunda alacaktı cevapları. Bu dünyada, beklentilerin sadece üzdüğünü düşünen bir grup insan vardı. O ise beklentilerin gücüne inananlardandı. Gülümsedi. Kırmızı, bulutların içine atlarken Kıbrıs kralı Pygmalion ve Galatea'yı düşündü. Eninde sonunda, günün birinde sinek kuşuyla yollarının yeniden kesişeceğini biliyordu. O gün geldiğinde kendisini Ay'a kadar takip edecekti. Çünkü o Kırmızı'yı, Kırmızı'nın Mavi'sine götürecekti.

son

24 Mart 2019 Pazar

#8 her . sey ********** ilgili olmak zorunda

Tam yirmialtı gün geçmişti üzerinden. Acaba yirmialtı gece de geçmiş miydi? Kırmızı, bunun ayrımına varamadı. Çünkü o son hadiseden sonra yolu bir tünele dönüşmüştü. Sonu görünmeyen, havasız ve çoğu zaman karanlık. Kırmızı daha önce de tünellerle karşılaşmıştı. O yüzden bu seferki onu pek korkutmadı. Aksine biraz heyecana kapılmış bile sayılabilirdi. Yol tam da sıkıcı bir hal almışken aradığı aksiyon şimdi ayaklarının ucundaydı. Bu tünel de diğer bütün tüneller gibi kendine özgü bir karakteristiğe sahipti. Bir başlangıcı, bir sonu, amacı ve amaca götürürken kullandığı çeşitli aletleri vardı. Hatta iyice incelense bir yerlerde  bir adı ve barkod numarası olduğunda da emindi Kırmızı. Diğerlerine oranla daha dardı. Kahverengi tuğlalardan örülmüş, duvarları  ise yapış yapış bir maddeyle kaplıydı. Zemin ise yürümesini zorlaştırmak için rastgele serpilmiş sivri çakıl taşlarından oluşuyordu. Bazı noktalarda, karanlıkta gözden kaçabilecek dikenler de mevcuttu.  Her şeye rağmen yürümeye devam etti. Çünkü biliyordu ki kimse bu yolu onun için yürüyemez, tünelin ucuna kadar onu taşıyamazdı. Elbette söyleyeceklerini dinleyip rehberlik edebilirlerdi. Ama buna uzun zamandır ihtiyacı kalmamıştı Kırmızı'nın. Bu acı ilacı kimse keyfinden içmek istemezdi. Bir yandan yürüyüp bir yandan da nasıl bir teste tabi tutulacağını tahmin etmeye çalışıyordu. Hayatı boyunca içinden geçtiği her bir tünelin sonunda başka bir insana dönüşmüştü. Bazısı uzun, bazısı kısaydı. Bazısından gözü yaşlı, kalbi kırık bir şekilde çıkabilmişti. Bazılarını ise balyozla paramparça edip kendine yeni bir yol yapmıştı. Mavi ve yeşil renkte duvarlar hatırlıyordu. Ama her nasılsa en uzun tüneller bile bir yerde sona eriyordu. Bunun bilincinde olan Kırmızı, belki de hayatında ilk defa hiç olmadığı kadar kendinden emin ve rahattı. Daha ilk uykusundan uyandığında ne kadar yanıldığını anladı. Tünelin zifiri karanlık olduğu bir vakit midesine ve göğsüne  darbeler almaya başladı. Sanki bir dövüş müsabakasındaymışçasına görünmez tekmeler ve yumruklar bir kalbine, bir midesine, zaman zaman da kafatasına isabet ediyordu. Kırmızı önce koşarak kaçmayı denedi. Fakat ne kadar hızlı giderse aldığı darbelerin şiddeti bir o kadar artıyordu. Yavaş gittiğinde ise tünelin sonunu ne kadar sürede görebileceğini kestiremiyordu. Bir çıkış yolu bulamazsa ilk defa bir tünelde aklını kaybedebilirdi. Günler geçtikçe daha çok ve daha uzun uyumaya başladı. Çünkü uykudayken hiçbir şey hissetmiyordu. Bu da uykuya olan bağımlılık demekti. Dolayısıyla tünelin çıkışına çok uzun bir süre boyunca varamayabilirdi. Kırmızı, "ya şimdi ya da hiçbir zaman" noktasına geldiğini anladı. Bu tarz durumlarda nadiren de olsa kontrolü tamamen eline almasını sağlayan beynindeki devrede duyular ve hisler kutusuna bağlı tüm kabloları mantıklı düşünce paneline aktaran anahtarı çevirmiş ve bunun sonucu olarak vücudunu buz gibi bir ürperti sarmıştı. İçinde bulunduğu tünelin Kırmızı'ya öğretmeye çalıştığı şey çemberi kırmaktı. Bu daha önce kurtuluşu için taşı tuğlayı yerle bir etmesi gibi fiziksel bir eylemden ziyade en karanlık anında sahip olduğu tüm iyi hisleri tek bir 'an'da odaklayabilmesiydi. Acı çeken bir insanın bunları yapabilmesi kimileri için imkansız sayılabilirdi. Fakat zaten çemberi kırmanın anlamı buydu. Üstelik istediği yerinden. Kırmızı, bu kez beynindeki anahtarı tam tersi yöne çevirdi, saniyeler içinde sıcak bir rüzgar her yanını kapladı. İşte o an, tünelin sonuna yürüyerek değil hissederek varabileceğini anladı. Ne yapması gerektiğini biliyordu. Gözlerini kapatıp maviyi düşündü. Mavi gökyüzünü ve mavi denizi. Yola çıkmadan önceki kararlılığını düşündü. Hikayesinin sonunda Ay'ı çaldığını hayal etti. Hissetti. Gözlerini açtığında artık tünel yoktu. Denizin kokusunu burnuna çekip gökyüzüne baktı. Sanırım yaz gelmek üzere diye düşündü. O sırada tam üstünden  geçen bir kuş, Kırmızı'nın yürümekte olduğu yola yöneldi. Bu, Kırmızı'nın hayatında gördüğü en güzel sinek kuşuydu. Onu takip etmeye karar verdi.